• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/Avrupaturk.be/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+32 484 54 54 56
  • https://twitter.com/TurkAvrupa
KÜNYE
REKLAM
          
                        PATİNA İÇ MİMARLIK
   

       İTALYAN DECORAİF BOYA EGE BÖLGE BAYİİ 


   
        PATİNA İÇ MİMARLIK
 
                               BODRUM YALIKAVAK
Nihat GENÇ
Yırtıcılığını kaybetmiş kabilenin son günleri
23/10/2017

Michael Heneke ünlü sinema yönetmeni, pek sevmem, ancak vazife aşkı izlemekten de duramam, fanatikleri boldur, 2012’de çok sıkıcı bir film yaptı, Amour-Aşk, iki yaşlı ‘elit’in son günlerini anlatıyor, ödülünü de kaptı.

Çok yavaş ilerleyen çekimlerle ince zevklerini ve birbirlerine karşı saygılarını hiç kaybetmemiş iki yaşlının gündelik hayatını izleriz, derken, yaşlı kadın felç geçirir hastaneye kaldırılır. Hastaneden döndüğünde kocasına “beni bir daha hastaneye gönderme” der. Bakımı kocası üslenir ve felçli kadının yatalak durumu gittikçe güçleşir, işte bu güçlükler gittikçe bir trajediye dönüşür. 

Kadın artık yemeğini yiyemez ve konuşamaz hale gelir, nihayet filmin beklenen hareketi de burada devreye girer, kocası, sevgili eşine gösterdiği büyük ihtimamına rağmen kadının zavallı haline fazla dayanamaz ve yastığını yüzüne basarak kadını öldürür. Biraz sonra da evin hava deliklerini kapattığına şahit oluruz yani muhtemelen hava gazıyla da kendini öldürecektir.

Soru şudur, bu filmde ‘aşk’ nerededir, bir ömür birbirlerine gösterdikleri bağlılık ve saygıda mı?

Ve adam neden sorumluluğu çocuklarıyla paylaşmıyor ve kimseye çaktırmadan bir ötenazi kararı alıyor…

Her izleyiciye göre bir yorum geliştirilebilir, ancak, benim filmden anladığım, burada aşk, yeri saati zamanı geldiğinde ‘aşkını’ öldürebilmektir!

Üstelik çok yüksek zevkleri olan gerçek bir beyefendi bir ömrü birlikte sevgiyle yaşadığı ‘aşkını’ öldürebilir mi?

Ciddi soru, öldürebilir mi, şairin bir mısrasını değil canlı canlı gerçek bir hayatı konuşuyoruz!

Bu modern teknik ve hijyenik çağda artık insanlar da fazla acı çekmesin diye tıpkı atlar, köpekler gibi öldürülmekte, üstelik en ince, en elit, en yüksek kültürü almış insanlar dahi günü geliyor bu ‘vahşi’ kararları vermek zorunda kalıyor!

Bence de Heneke’nin filmi değil ama filmiyle verdiği ders, çağımıza sorulmuş büyük bir sorudur!

Ülkemizde on beş uzun yıl iktidarını sürdüren parti son günlerini yaşıyor, parti, tam anlamıyla can çekişiyor, önce büyük bir felç yaşandı ve iktidarı bölüştükleri Fetö ihanetiyle yollar ayrıldı, sonra, yavaş yavaş vücudun iç bölgelerinde kanser hücreleri büyümeye başladı.

Ve bugün o partiyi ayakta tutan liderleri o partinin kolunu bacağını iç organlarını kendi eliyle kesip çıkartmaya başladı.

Bu partide uzun yıllar çalışmış çok entelektüel ve gerçekten alnının akıyla, övgü dolu başarılı bir bürokrat olarak yaşayıp hem İslamcı ideolojiye hem de partiye hizmet vermiş birkaç değerli insanla oturup uzun uzun konuştum.

Parti dağılıyor, parti parçalanıyor, parti konuşamıyor, partiye felç geldi, partinin simge isimleri uzaklaştırıldı, partinin dış ve iç politikada ne dediği anlaşılmıyor, partinin hikayesi bitti, partinin o deli şehveti bitti. Neden müdahale etmiyorsunuz? Ya da neden bir ‘varlık’ göstermiyorsunuz?

Aldığım intiba vardığım sonuç şudur, Heneke’nin filmi gibi, partiyi ve ideolojisini bunca yıl saygıyla incelikle inançla bunca yıl taşımış insanlar, artık ‘terminal’ döneme girildiğinin farkındalar. Çok sevmelerine rağmen yapabilecekleri bir şey kalmadığının farkındalar.

Ve ‘sessizlikleri’ bir sessizlik değil ‘ötenazi’ kararı.

Ancak, Heneke filminin kahramanı kadar ‘cesur’ değil, yani, yastığı yüzüne bastırıp öldürme niyetinde değiller, şöyle bir rol vermişler kendilerine, yaşlı kadının odasını kapatmışlar içeri girip çıkmıyorlar, su ve ağzına yiyecek vermiyorlar, saçını başını yıkamıyorlar, yani sevgili aşklarını odasında yalnız bırakarak ölüme gönderiyorlar.

Ve yan odada konuşamayan yutamayan güçlükle nefes alan dişleri dökülmüş altını temizlemeyen yaşlı kadın!

Bir zamanlar Türkiye’de ve Orta-Doğu’da fırtına ekip fırtına biçen!

Olur olmaz her lafla her odunu ateşe veren milyonlarca göçmene sebep olan ordu, asker, hukuk kurum hepsini ateşler içinde yakan!

Bence de vakit geldi, ama sandığımız gibi gelmedi, bir cinayet ya da bir intiharla değil, bu ‘ötenazi’ kararı, hepimiz için büyük bir sürpriz!

“SİYASET” BİLİP DE SUSANLARIN SİYASETİDİR

Muhalefete dönelim.

Sinema kültürüm fevkalade değildir ama çok iyidir, Cannes ve Oscar, hepsini evet, yüzlercesini tek tek izlemiş, üzerlerinde fikir sahibi olmuşumdur, ancak ‘dizi’ kültürüm çok zayıf dahi değil, hiç yoktur, çünkü konusunu bir sonraki haftaya bırakan ‘dizileri’ sevmem… Peki kafayı nasıl dinlendiriyorsunuz derseniz sıkı bir ‘snooker’ (İngiliz bilardosu) izleyicisiyimdir, ilk otuza girmeyi başaran oyuncuların hepsini teknikleri ve karakterleri ve başarılarıyla yakından tanırım, ancak snooker üzerine bir yazı yazıp kültürümü konuşturma(!) şansım hiç olmadı. 

Şu kadarını söyleyeyim bir yirmi yıldır komediler dışında hiçbir Türk Dizisi izlemedim.

Eski meşhur dizileri şüphesiz biliyorum, ancak, bilim-kurguya karşı peşin hükümlüyüm hiç sevmem, uydurma sanal evrenler ve hikayelere hiç ısınamadım, işim gücüm ‘gerçekçi’ hikayeler ya da ‘otobiyografik’ çalışmalar. Bir dizi üzerine çok yaygara koparılmışsa oturup sadece fikir sahibi olmak için birkaç bölümüne bakarım, o kadar.

Ancak House of Cards dizisi böyle değil, bu dizinin ilk sezonu kıyametler kopardı, milyonlarca bağımlı yarattı, bir Amerikan dizisi, romandan uyarlama, konusu beyaz saray ve politik entrikalar.

Kevin Spacey, Roben Wright, Kate Mara, Michael Kelly, gibi dizinin ‘entrikacı’ kahramanlarını artık yer küremizde tanımayan yok.

Bu dizilerin milyonlarca bağımlısı artık bir ‘izleyici’ değil büyük bir ‘cemaat’ üyeleri, bir dünya tapınağı gibi, kötüler, entrikalar, güçlüler, ve seks ve cinayet ve bitmeyen dümenleriyle siyaset, hırstan ağzının salyası akan günümüz modern izleyicinin içindekileri boşaltıyor…

Dizinin baş rol oyuncusu Kevin Spacey artık dünyamızda Trump kadar meşhur.

Dizi yarattığı bağımlılıkla psikiyatriyi de çok ilgilendiriyor, çünkü dizinin sonu yok, milyonlarca bağımlısı yeni sezonu hasta yataklarında uyuşturucu krizleri gibi kıvranarak bekliyor.

Öyküsü, siyasetin bir ‘suç ortaklığı’ olduğunu anlatıyor!

Konusu, herkesin çıkarları herkesin açıklarıyla savaş halinde!

Dizinin bütün kahramanları herkes ‘kullanılmaya’ hazır.

Ve steril mekanlar, şık kadın ve erkekler, habire aşk kaçamakları ve birbirlerine ‘kumpas’la meşgul sevgililer!

Dizinin başarısı: daha çok ‘üniversite gençliği’ üzerinde, çünkü, ‘yükselmek’, ‘başarmak’ isteyen her modern dünyalının bütün hayal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılıyor. Önünüzde engel gördüğünüz her şeyi usulüne hukukuna uygun yok etmeyi kolaylıkla başarıyor. Hayal edemediğiniz kadınlarla kaçamağı ve kadınların yükselmek için hayal edemediğiniz kadar iki yüzlü yalandan sevişmeleri ve aşkları, evet, dizinin başarısı: İçgüdülere seslenmesi.

Film Beyaz Saray’da geçer ancak beyaz saray ‘vahşi bir belgesel’ tadındadır, yani, insanları en yırtıcı halleriyle ve hep saldırı içinde görürüz.

Bu vahşi belgesel tadındaki politik dizinin mottosu: Herkesin Bir Açığı Mutlaka Vardır.

İzleyen herkesi birer ilkel savaşçı haline sokuveren bu muhteşem dizi bizlere güncel siyaseti ve politikacıları yakından içerden tanıtır, ve hepimizi politik entrikalarına ortak etmeyi başarır ve acımasızca en yakın arkadaşını gizlice öldüren baş kahramana dahi ‘hayranlık’ duymaya başlarız.

Kocasını, aşkını, aldatana da hayranlık duyarız, en yakın arkadaşını anında satana da hayranlık duyarız, anında yalan uyduruveren işbirlikçi kahramanlara da hayranlık duyarız, dümene tezgaha gönüllü giren kişiliksiz karakterlere de hayranlık duyarız ve bu vahşi hayvanların hepsine hak veririz.

Yani dizi bizi ‘gerçek siyasete, güncel siyasete’ alıştırır, artık, entrikalara suçlulara vahşilere dost olmaya başlarız ve gerçekte yükselmek başarmak aşmak için hukuk’u ve insanlık değerleri ve haklarını hiç ama hiç düşünmemeye başlarız.

Bu Amerikan dizisinin vahşi kapitalizm ve hukuk dışı ayak oyunlarıyla dolu siyasetini bütün dünyalılara normalleştirmede ve makul göstermekteki bu üstün başarısına övgülerimizi sunalım.

Aslında bu diziye çok yabancı değiliz, bir çok örneğini bizim ‘ağa’ dizilerimizden ya da ‘kasaba’ hikayelerinden tanırız.

Bir kasabamızda bir savcı bir garnizon komutanı bir baş hekim bir ağa-zengin, yanyana geldiğinde o kasabada Bermuda Şeytan Üçgenini kurar ve istediklerini kendi çıkarlarınca gizlilik içinde yaparlar… Güç bu oligarşik gücün elindedir. Altta kalanlar, hakkı yenenler, tecavüze uğrayanlar sesini soluğunu çıkartamaz, hukuk ve haklarını, hiçbir zaman bu Bermuda Şeytan Üçgeni’nin elinden alamazlar.

Dizimizde aynı Bermuda Şeytan Üçgeni baş rollerdedir, bir siyasetçi, bir emniyet müdürü, bir gazeteci, ve başkana yakın işbirlikçiler.

Güç ellerindedir, herkesin defterini düzerler, her kumpası kurarlar, her hukuksuzluğu kılıfına uydururlar, bütün dümenlerini Atatürkçülük ve millicilik kulpuna uydururlar.

Ve dizide bizi ürküten asıl kahramanlar: Bilip de Susanlar!

İşini kaybetmek istemeyenler, sadece yükselmek için yola çıkanlar, bütün ahlaksız entrikaları bilirler ve susarlar. Çünkü konuştuklarında işsiz kalacaklar ve hayat sahnesinden düşüp şehrin varoşlarında kaybolacaklardır.

Dizi ‘bilip de susan’ karakterler üzerine inşa edilip yükselir.

Gerçekte Amerika’da ve dünyanın her hangi bir ülkesinde ve tabii ki ülkemizde de ‘siyaset’ bilip de susanların siyasetidir.

Filmde çocukların ailenin sıradan insanların ve acılarının hayat hikayeleri kenardan işlenir, bu aç yoksul hakkı yenen kitleler hiçbir zaman filmin baş sahnelerine çıkamaz, bu sıradan insanlar dizide sadece ‘dekor’ olarak kullanılır.

Ve, ın ınnnn, dizide kim konuşmaya yeltenirse, öldürülür…

KAN KURUSU GÖMLEKLER GİYİYORUZ

Kim, işbirliğinden çekilmek isterse, önü kesilir, devrilir, tarihten silinir.

Ülkemizde de böyle, konuşan nice yazarımız öldürüldü, bu yüzden değil mi, artık hepimiz biz yazarlar, kan kurusu gömleklerini giyiyoruz.

Bu sütunlarda bağımsız yazarlığımızın imkanlarını kullanıp az buçuk çıtlatıp birkaç cümle konuşsak dahi, ipimizi çekerler, çektiler, daha da çekecekler, en muhalif dediğimiz iktidara geldiğinde önce kan kurusu gömlek giyenleri susturacak.

Bakalım, tek tek muhalif partilere ve bu partilerin cevval vekillerine.

Kim konuşmuşsa kovuldu.

Kovulmayanlar hala vekillik bekleyenler bilip de susanlar.

Bilip de Susanlar ‘muhalefet’ partilerinin ‘motoru’… 

Parti örgütleri bilip de susanların egemenliğinde.

Bilip de susanlar an itibariyle siyasetimizin en baş aktörleri, siyaset sahnesinin gidenleri de onlar gelenleri onlar…

Bilip de susanlar, Bermuda Şeytan Üçgenini kurmuşlar, oraya giren kayboluyor…

Politikaya girerken ağızlarından düşürmedikleri milli, yerli, solcu, bağımsız söylemleri, hepsi, bütün bu laflar sadece laf, Bermuda Şeytan Üçgeni’nde bir ülke kayboluyor insan hakları demokrasi kayboluyor haklarımız geleceğimiz zamanımız kayboluyor.

Kendine muhalif diyen sivil kurumlardan her çeşit partisine kadar, (bu cümleyi yazarken çok uzun yıllar düşündüm) evet sivil kurumlardan her çeşit partisine kadar ülkemizde sahiden House of Card dizisi çekiliyor.

Giren yükseliyor ama kayboluyor!

Siyasetçi, medya, savcı, güçlü zengin, işte burası tüm dünyamız için demokrasi için insanlık için ‘acımasız karanlık’. 

Her siyaset yapmaya yeltenenin itildiği ‘acımasız karanlık’

Bir şeytanla diğer şeytanın savaşı…

Kişilik haklarının, demokrasinin, hukukun, güçler ayrımının içine gömüldüğü emeklerimizin göz yaşlarımızın acılarımızın yaralarımızın çalındığı kaybolduğu acımasız karanlık!

Halkın hakların, insanlık değerlerinin, yoksulluğun, gerçek zulmün ebediyen unutulduğu ‘acımasız karanlık’, şık, hijyenik mekanlar, gösterişli röportajlar, ve ciddi suratlar, ve milli hamasi nutuklar, ve ülke bekası, devlet, sorumluluk gibi cümlesi düzgün kurulmuş, büyük yalanlar.

Bütün pisliklerin haksızlıkların üzerlerine inşa edildiği BİLİP DE SUSANLAR!

Rica edeceğim, ey bilip de susanlar, lütfen, şu yazarımızın ölüm yıldönümü diye mesajlarınızla telefonumu meşgul etmeyin, bilip de susanlar, rica edeceğim, bizlere yolumuzu kesmeyin tenbihleri akılları vermeyin…

Bilip de Susanlar, siyasetin yolunu kesen siyasi eşkıyalar!


 



1083 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Bizim de bir şerefsize ihtiyacımız var! - 10/05/2020
İnsanlar, piyasalar, siyaset, sanki daha önce bir hayatımız varmış gibi, karantinadan çıkıp hayatın başlamasını istiyor-bekliyorlar.
Türkiye istese de artık "milli bir seferberlik" başlatamaz - 05/09/2018
Nihat Genç
Kediciklere operasyon yapılırken nereye saklandılar - 15/07/2018
Nihat Genç
Atatürk'ün gerçek devrimi kurultaydır - 06/07/2018
Nihat Genç
Faşist diktatörlük mü kuruldu? - 01/07/2018
Nihat Genç
Havalara sıçrayıp, mübarek Kandil Gecesi Amerikan füzelerine secde ediyorlar - 17/04/2018
Nihat Genç
Güncelleme dediğinizi biz bin yıl önce yaptık - 04/04/2018
Bu başı kavgaya veren yüzbinler milyonlar hala bu topraklarda hala aynı insanlık ateşiyle aynı aşkla başını kavgaya vermek için sırasını beklemiyor mu?
Mehdilik makamına Erdoğan mı geliyor - 15/03/2018
Nihat Genç
Erbakan Hoca bu isimler için “Siyonizmin uşaklığını yapıyorlar” demişti - 04/03/2018
Erbakan Hoca'ya baş kaldırıp Erbakan hocayı arkadan hançerleyip 'milli görüş'gömleğini çıkartanlar bu kadrolar değil miydi?
 Devamı
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.237032.3662
Euro34.794534.9339